27 Nisan 2010 Salı

venedik evleri (ve Casanova'nın gizli kalmış mahareti)

Venedik’te tatil yapabilirim ama meydana bakan bir evim olmadıkça yaşayamam herhalde... Binalar bitişik düzen ve sokaklar o kadar dar ki komşun aynı zamanda da ev arkadaşın sayılır. Bir de evlerin kutu gibi küçücük olduğunu görünce, hiç içi çekmez oluyor insanın. Yalnız bazı ara sokaklarda gördüğümüz avlulu bina gruplarından tahmin ediyorum ki cukkası sağlam olanlar tıpkı Beyoğlu’ndaki bazı binalar gibi kendi saklı cennetlerini yaratmış.







Beni en çok şaşırtan şeylerden biri de
kanallara veya doğrudan açık denize bakan evlerde bile balkon olmayışı. Balkonlu ev o kadar az ki insan Casanova’nın anlatılan hikayeleri nasıl gerçekleştirdiğini merak ediyor. Tamam, binalar bol süslü, girinti ve çıkıntılarla dolu, ama bu durumda da efsanevi Casanova’nın sadece çapkınlığın değil, şehiriçi kaya tırmanışının da el kitabını yazdığını iddia etmek çok yanlış olmaz.






Az önce de söylediğim gibi Venedik evlerinin bir diğer belirgin özelliği de çok küçük olmaları. Hani Japonlar için kutu gibi mekânlarda yaşıyor derler ya, Venedikliler'in de aşağı kalır yanı yok! Hatta büyük evlere tuhaf bir fenomen muamelesi yaptıkları bile söylenebilir.







Odalar bu kadar küçükken koca koca malikânelerin içini insan ister istemez merak ediyor: Kaç yüz oda olabilir veya büyük yapmayı tercih ettikleri odalar hangileri? Ama ne yazık ki içine girmeyi başardığın binalar genellikle ya otel ya da restoran falan haline getirildiğinden net bir fikir edinemiyorsun. Ben küçük iç mekânlar hakkında bildiklerimi İtalyanca, Türkçe ve İngilizce, hatta yer yer beni İspanyol sananlar yüzünden İspanyolca, ama hepsinden önemlisi, işaret ve vücut dili karışımdan oluşan bir iletişim ile öğrendim. Anlayacağınız beni 'iletişmeye' layık gören orta sınıf Venedikliler küçük evlerde yaşıyor.





Beni meraka düşüren bir diğer nokta da, ev arama deneyimi yaşamış her İstanbullu gibi rutubet meselesi oldu. Doğal olarak Venedik bir rutubet cenneti. Ama nasıl bir yalıtım uygulamışlarsa, bizim kaldığımız ev kanalın bir iki metre üstünde, yani binanın yaşanabilir zemin katında olmasına rağmen en ufak bir rutubet hissi yoktu. Yalnız banyonun girişinde zemine yakın bir yerde, rutubetin boyayla giriştiği savaşın rutubet lehine sonuçlanmak üzere olduğu belli oluyordu. Hemen altında toprak değil de su aktığı düşünülürse bence az bile.

 

Bu savaşın en çetin ve adaletsiz geçtiği yerse kanalda gondolla dolaşırken gördüğümüz, çoğunluğu ahşap olan kapılar. Eskiden de suya temas eden bu en alt katlar, yaşam alanı olarak kullanılmazmış ama, o zamanlar ana ulaşım yolu kanallar olduğundan bu kapılar da evlerin ana giriş kapısıymış. Kayığını ya da gondolunu o kapının önüne çeker öyle girermişsin eve. Durum bu olunca bakımını da yaparlarmış herhalde. Bugün tabi ki ana giriş kapısı onlar değil ve çoğu kaderlerine terk edilmiş; kanalın sığ, durağan ve dolayısıyla da pis suları da fırsattan istifade alttan alta yemeye başlamış geçmişi.




Kapıların geçmişteki işlevini ele veren, önlerine çakılı, kayık ve gondolları bağlamaya yarayan kazıklar. Bazı binalar restore edilmiş ve kanala açılan kapıları da kazıkları da bifiil kullanılıyor. Ama onları görene kadar ipuçlarını birleştirerek geçmişi tahmin etmeye çalışmak insana başka bir haz veriyor. Aynı kazıkların çok daha büyüklerini, Büyük Kanal’da ve açık denize bakan sahillerde de gördük. Ben buralara kim ne bağlıyor olabilir diye düşünürken cehaletim derhal ve istihza ile giderildi: O kazıklar efendim, yolları belirtiyormuş! Sular sığ olduğundan kazıklarla belirlenen yollarda güvenle seyahat etmek daha pratik oluyormuş. Anlayacağınız Boğaz'dan kılavuzsuz geçmeye teşebbüs eden kurnaz kaptanlar bunları görse beleş gezinti diye göbek atardı. :)





Suyun üzerine yaptığım bu keşiflerin yanı sıra karada da bazı keşiflerde bulundum tabi. Mesela bir sürü binada pencere pervazları mini minnacık çivimsi şeylerle kaplı. Ters çevrilmiş metal kıllı saç fırçalarına benziyorlar. "Zaten balkonunuz yok, açık havaya açılan tek yeriniz o pencereler, onları da bubi tuzağıyla donatmak hangi akla hizmet!" diye kendimce pek haklı bir eleştiride bulundum. Ama Allahtan yüksek sesle dile getirmeden önce bunlar neden diye sormak akıllılığını gösterdim. Venedik’te yer gök güvercin ve martı, üstelik de pek pervasız ve edepsizler. Bu karakterlerine bir de iç çamaşırı kullanmama ve geldiği anda geldiği yere yapma huyları eklenince, Venedik halkı onların edepsizliğini temizlemektense pencere pervazlarına mesafeli durmayı tercih etmiş. Dolayısıyla çok haklı ve de pratik bir çözüm üretmiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder